Aramızdaki hiç kapanmayacak yetmiş santimetreye dağılmış kül parçaları, kırıntılar, sönmüş zıvana ve yatmış shot bardaklarından gözümü kaldırmadan, mum ışığında kaotik şekilde dağılan cigara dumanını soluyarak muhabbet açmaya çalışıyorum, gözleri yargılarcasına üzerimde dolaşıyor, biliyorum.
“Üniversitenin yakınındaki bir binanın bahçe duvarına alelade bir kırmızı boyayla tuvalet camına rujla özensizce yazılmış tuvalet aforizmaları kadar emrivaki ve anlamsız bir cümle her sabah gözüme takılıyor ve üzerine düşünüyorum “BURJUVAYI ENGELLE” ne demek?”
“Burjuvayı engelle demek onu engelle demek, bundan daha anlaşılır ne olabilir ki” diye kestirip atıyor.
“Bu o kadar önemli mi?”
“Devrime inanmıyor musun?” Diye soruyor, yargılamıyor. Bakışlarıyla artık aşağılıyor da.
“Devrime, Elflere, devlere, orman perilerine, ejderhalara… maneviyat insanıyım.”
“Sen alay et bakalım” dediğinde tehdit edildiğimi hissediyorum.
* * *
“Kadın, sırtı duvara dönük kedileri beslemek için eğildiğinde diğer eliyle dekoltesini kapadı, mahremini kedilerden bile sakınıyor olması garip geldi, benimki evde soyunup onlyfans’ta yayın açıyor.”
Okey masası bu cümleyle buz kesiyor, yancılarla oyuncular rastgele birbirlerinin yüzünde mutabık kalacakları bir cümle arıyorlar. Abuzer dayanamıyor, fırça bıyıklarının altından davudi fakat yargıdan çok merak taşıyan tonlamayla, e sen bir şey demiyor musun? diye soruyor.
“Özgür bir kadınım, beden benim, bilgisayar benim, istediğim gibi para kazanırım, diyor”
“E oldu olacak…” diye heyecanla atılan yancı İsmail daha önce de defaatle deneyimlediği ahşap ıstaka acısını hatırlayarak sessizliğe geri döndüğünde herkes ayıplayan gözlerle önce İsmail’e ardından merakla ellili yaşlarına yaklaşan Münferit’e dönüyor.
“Bir insanı olduğu gibi sevmeye en çok yaklaştığım tek dönemdeyim” dedi Münferit içine dönük kuşkulu bir tonla.
“Ya da kavat diye anılmaya” diye giriyor Abuzer.
“Ya da obsesif diyecektir bazıları” diye yumuşatıyor emekli öğretmen Mehmet ortamı kontrol altına almaya çalışırcasına.
“Kader’deki Bekir kavat mıydı?” diye soruyor Münferit kırgın bir tonla “Uğur’un peşinde hayatını harcarken obsesif mi kavat mı yoksa aşık mıydı? Ben otuz üç yaşımda ölmeye söz verdim, alkol, uyuşturucu ve yaşam tarzım daha uzun yaşamama izin vermez, verirse de ben intihar ederim diye kendi kendime söz verdim. Bir de beni aktaracak oğlum olursa soyumu da garanti altına alacaktım. Oldu da. Tek yapmam gereken otuz üç yaşımda ölmekti, cesaret edemedim kendimi fiziken öldürmeye, daha zorunu yapıp kendimi duygusal olarak öldürdüm. Bir eşya kadar duygusuz hale gelmem çok zamanımı almadı, yatkınmışım demek… Onunla tanışmadan önceki on yılımda onlarca sevdiğimi kaybettim, onlarca güzel ve acı şey oldu, yaralandım, hastalandım, soğukta ve sıcakta kaldım, boğulma tehlikesi atlattım, kafama silah dayadılar hiçbir şey hissetmedim. Onunla kırk yaşımdan sonra tanıştım, içimdeki tüm katmanları kaldırdı, ruhumun tüm pencerelerini açtı, içinde kaybolduğum kuyudan beni çıkardı. Lise zamanlarımdaki gibi aşık oldum, coşkuyla, tutkuyla… Coşku ve tutku içimde sadece o varken oluyor. Üzerinde yaşam, içinde ateş olan, bir yanı buz tutan, bir yanı eriyen gezegen gibiyim, onunlayken her şeyi hisseden ve seven obsesif bir taş parçasıyım, onun çevresinde dönen.”
* * *
“Aslında bir şeye inanmıyorum, bilmeyi tercih ediyorum. Biraz bir şey bilmek birçok şeye inanmaktan daha iyi geliyor ve nedensiz emir cümleleri, ağacı olmadan havada sallanan meyveler kadar saçma görünüyor.”
“Havada sallanan meyve saçmalığıyla burjuvaziyi engelle cümlesini kıyaslamana inanamıyorum.”
“Sen inanamıyorsun ama ben kullanabiliyorum”
“Komut açık: “BURJUVAYI ENGELLE” bunun için neden mi arıyorsun, ben söylüyorum, bunu ben söylediğim için yapmalısın” diyor duvar yazısını kendisi yazmışçasına öfkeli bir şekilde.
“Herkes böyle söylüyor, neden olarak herkes kendini işasret ediyor ve kusura bakma sevgilim, bu bana neden değil saçmalık seviyesine indirgenmiş boş döngü gibi geliyor. Senin “ben istiyorum” söyleminin arkasında bir nedenler silsilesi yatıyor olmalı ve benim burjuvayı engellemem için bana hislerinden daha güçlü rasyonel nedenler sunman gerekir, duvara yazı yazman değil”
Gözleri öfkeyle kızarıyor, yumruk yaptığı sol elini sertçe masaya vurup “Orospu çocuğu!” diye küfrederken dudağının kenarında biriken damlalardan biri fırlayıp sağ kolumda bir noktaya düşüyor. Meteor çarpmış gibi hissetsem de belli etmiyorum
“Orospu çocuğu demişken aklıma geldi.” diyerek sandalyeme asılı çantama eğilerek içinden bir tane üzerine kırmızı hediye kurdelası yapışmış avokado çekirdeği çıkarıp önüne koyuyorum, “Hayatımın en güzel yılını yaşadığım ilişkimizin ilk yılı kutlu olsun sevgilim, artık resmen tanışmalı birbirimize adlarımızı söylemeliyiz.”
Öfkesinin yerini alan kararsız bir gülümsemeyle mumu üflüyor, karanlık. Mumu yaktığımda burada olmayacağını biliyorum, tıpkı onu on dört milyar yıldır sevdiğimi bildiğim gibi. Yine de şakadan tokalaşmak için boşluğa uzatıyorum elimi “Ben…”
Yorum bırakın