Sekiz aydır bu ana hazırlanıyorum. İki aylık olduklarından beri çiğ kuş eti ile besleniyorlar. Dört aylık oluncaya kadar beş tanesi çeşitli nedenlerle öldü. Ölenleri, yakındaki camide okunan selaları takiben bahçeye gömdüm. Yaşayanlar için özel bir özgürlük anı hazırladım. Başkalarının ömrünün bittiği yerde onlarınki başlayacak. Hayat, ancak birilerinin nefesini, başka birilerinin çalmasıyla yaşanabilir. Bilerek ya da bilmeyerek…
Dörtte uyanıp kutuları hazırlarken heyecanlanmayı umuyorum. Olmuyor. Son üç gündür açlıktan öfkeyle hırıldayan yirmi altı canavarı tek tek toplayıp iki ayrı kutuya doldurana kadar ellerimin üzerinde onlarca çiziğe sahip oluyorum.
Ezan okunuyor. Açık balkon kapısından salona Allah dolarken, bir sigara yakıp bekliyorum. Dışarıda yaprak kıpırdamıyor. Az sonra camide tek sıra dahi saf oluşturamayan geneli ihtiyarlardan oluşan cemaat sokağa dağılıyor. Bej rengi namaz üniformaları içinde vatoz ritmiyle dalgalanarak yürüyen ihtiyarların bazılarının adımları, taşıdıkları yorgun bedenlerini fırına yönlendiriyor. Taze ekmek almak için erken kalkan bu insanların araya namaz sıkıştırdıklarına dair en küçük bir kuşkum yok. Namazı özendirmek için, bunun bir çeşit jimnastik olduğuna dahi inandırılmaya çalışılmış bir insanım. Ben inanmasam da, yaşlıların jimnastiğe inanmalarında herhangi bir mahsur görmüyorum. Ordu jimnastiği de grup halinde yapılır ve genellikle bedene zarar veren hareketler tercih edilir.
Sıra bende. Mutfağa girip küçük boy kese kağıdını alıp cebime sokuşturduktan sonra buzdolabında duran kavanozu da koltuğumun altına sıkıştırırarak kutuları alıp çıkıyorum. Kutulardaki tedirginliğin had safhaya ulaştığını fark etmemek mümkün değil. Küçük hareketlenmeler büyük dalgalanmalara neden oluyor. El arabasıyla da olsa taşımak zorluyor. Merdivenleri bu şekilde inmek tekinsiz fakat yapmak zorundayım. Hayat başlamak zorunda…
Caminin avlusuna girdiğimde yüzlerce güvercin gagası, ritmik hareketlerle zemini öpüp kalkıyor. Kavanozdaki küçük et parçalarını aralarına atıyorum. Bazıları yerden bir metre kadar havalanarak tepki veriyor ama yeniden konuyorlar. Cebimdeki buğdayı da serpiyorum. Diğer kuşlar da geliyor. Ziyafet tüm kuşları heyecanlandırıyor. Kutuların kapaklarını avluya doğru çevirip açıyorum. Açlıktan vahşileşmiş yirmi altı kedi, kendi paylarına ulaşabilmek için, hazır yemle beslenen, tanrıevi güvencesindeki kuşlara saldırıyor. Büyük kalkışma… Pençeler, tüyler, kopan başlar, bir daha uçamayacak kadar ağır yaralananlar…
Birkaç dakikalık gösteri bittiğinde kutuları çöpe atıyorum. Biraz sonra bahçeye çıkacak olan cami görevlileri bahçede ne olup bittiğini anlamaya çalışacaklar. Anlamayacak ama anlatacaklar. Eşlerine, dostlarına, komşularına… Herkese bu günden bahsedecekler. Avluda parçalanan onlarca kuştan ve bol bol Allah’tan bahsedecekler. Oysa ki Allah’ın bu hikayenin yanızca izleyicisi olduğu akıllarının ucundan dahi geçmeyecek.
Eve geri döndüğümde temizliğe başlayacağım. Etrafta kedi tüyü görmek istemiyorum.
Yorum bırakın