Diablo

·

Beklentilerim arasında ilk sırada olan buzul çağına yine girmedik. Isıl işlem görmeye devam eden sucuklar gibi hissetmeye devam edecek, üzerime yapışan nemden, nemli pamuk polyester karışımlı kıyafetlerden yükselen parfümlü deterjanlı terli kokulardan nefret edecek, her şeye güneş gözlüklerimin arkasından tiksintiyle bakacağım. Güneşe tahammülüm yok, hangi mevsim olursa olsun üzerimde hissettiğim anda yanmaya başladığımı hissediyor, gölgeye sığınıyorum. Güneş gözlükleri bunun için. Sokakta yürürken her yerin gölge olduğunu sanmam için beynimi kandırıyor, bu sayede ıstırabımı azaltabiliyorum. Beynimi kandırmanın formülünü üreten yine kendi beynim: Aptal şey! Çok seviyorum seni.

***

Sosyal medyadan uzaklaşma kararı aldıktan sonra uzvunu kaybetmiş insanların depresyonuna bürünüyorum. Ülke siyasetinden kurtulmak sigaradan kurtulmak kadar zor. Yerine bir şey koymam gerekiyor. Aylardır gönderdikleri maillerle ilgilenmediğim Associated Press imdadıma yetişiyor. Akşamları gözyaşları içinde seçimi kaybettiğini kabullenmeye çalışan sevdiceğimle karşılıklı içerken ona temsilciler meclisinden, borç tavanı yasasından, Trump karşıtı cumhuriyetçilerin kampanyalarından, Elisabeth Holmes davasının nihayete erdiğinden ve sonunda 11 yıl hüküm giydiğinden falan bahsediyorum, En sonunda Richmond’da mezuniyet töreninde çocuklara yapılan silahlı saldırının ardından ABD gündeminin de ülke gündemi kadar üzücü olduğu gerçeğiyle yüzleşiyorum. Sevdicekle ABD’nin içişlerine karıştığımız sohbetler son buluyor, yine boşluktayım. Spor salonuna gidip bir şeyler kaldırmak iyi gelebilir ama nereye kadar? Çağrı Mert Bakırcı videolarına sarıyorum. Özellikle evren… Son Nobel üzerine yaptığı pozitif yorumlar mideme kramplar girmesine neden oluyor. Evrenin süper deterministik yapısının olmadığı, aksine olasılıkçı olduğu iddiasına karşı yetersiz fizik bilgimle bir sürü argüman geliştirmeye çalışırken kendime dışarıdan baktığımda bir aptal görüyorum ama yine de bir şeylerin değişiyor olmasına karşı gösterdiğim güçlü dirençle argümanlarımı arkadaşlarıma günün saçma sapan saatlerinde kısa mesajlar atarak paylaşıyorum, okuduklarından bile emin değilim, çoğuna dönen olmadı, içimdeki kızgınlığı sevdicekle paylaşıyorum, arka arkaya sigara yakarken kimse çektiğim acıyı anlamıyor, evren olasılıkçı olamaz, olmamalı… Çağrı Mert Bakırcı’ya da küsüyorum ama ona bunu söylemiyorum. Anlamı yok. En iyisi Diablo oynamak! Eski aşkım, içimdeki öldürme dürtüsünü en iyi tatmin eden alternatif hayatım.

***

Oyunu açıyorum, tüm dostlarım orada. Demirci Griswold, şifacı Pepin, büyücü Adria, barmaid Gillian, Cain, alkolik Farnham ve küçük dolandırıcı piç Wirt: Bana çük kadar dandik bir kılıcı elli dört bin altına sattı köpek. Kasabada yine tek tabancayım, kiminle konuşmaya kalkışsam hepsinde bir dedikodu hastalığı. Ulan zaten altı yedi kişisiniz, birbirinizi çekiştirmeye amma meraklısınız, kim bilir ben zindanda goblinlerle zombilerle iskeletlerle savaşırken arkamdan neler konuşuyorsunuzdur diye düşünerek zindana iniyorum.

Hoş geldin karşılamasını yapan goblini kılıcımla selamlıyorum. İskeletlerin kalpleri olmadığı için kemiklerini kırıyorum, üzerlerinden düşen ne varsa topluyorum. Kiminden pelerin, kiminden deri zırh, kiminden altın… İlerledikçe tam bir para delisi gibi yerdeki altınları toplarken ekonomi otoriter diye geçiriyorum aklımdan. Kasaba ekonomisini canlandırmasam adamlar yukarıda resmen taş yer. Sayemde hepsi ihya oldu. Cain bir silaha okuyup üflemeye yüz altın alıyor, hele Pepin tam kirli çıkın; pezevenk aşağıda bedavaya bulduğum iksirlerin tanesini iki yüz elli altına satıyor. Kasabada dostluk kalmamış, herkes paracı olmuş, ama götleri sıkışınca Chaotica bizi kurtar! Yok öyle! Bundan sonra zindanda bulduğumu zindanda yerim diye düşünüyorum. Kral Leoric’i öldürüp tacını aldığımda katta benden başka kimse kalmadığında hayatı ve ahlaki yapımı sorgulama şansı buluyorum. Adamın tacını aldım ama hiç de kral olasım yok, zaten muhtemelen Leoric’i de hazır bir tacı var diye kral ilan etmişlerdir, yoksa diğerlerinden daha uzun ve yeni fırçalanmış diş kadar beyaz olması dışında belirgin bir özelliği yok.

***

Diablo oynamadığım zamanlar kapının önündeki karınca yuvasını izliyorum, orada kendi zindanlarının katlarını inşa etmek için hummalı çalışmalar yürüten bir koloninin parçası olan karıncanın aidiyet hissini tatmin edip edemediğini düşünüyorum. Tek yaptığı önündeki karıncanın götüne bakarak yürümek olan bir karınca benliğini sorgulamaya zaman bulabiliyor, varoluş sancısı çekebiliyor mudur acaba sorusuna takılıyorum. Esas beklentim bir gün gidip kraliçeyi öldürmesi. Böylece başlayacak olan iktidar savaşlarında diğer işçi karıncaları örgütleyip proleterya diktatörlüğünü inşa etmeleri… Lakin böyle bir şey olmayacak, işçi karıncalar da işçi insanlar gibi sadece tanrıya isyan edecek şekilde evrimleşmiş canlılar. Tıpkı insanlardaki gibi karıncanın karıncaya ettiğini kader bellemiş olmalılar. Hindistan’da bir karınca türünün iktidarı alabilmek için beynini yüzde on ila on beş oranında küçültmesi gerekiyormuş. Tebasıyla iletişim kurabilmek için geri zekalı gibi davranmak zorunda olması çok üzücü.

***

Özgür irademizin olmasını istiyoruz, bu hoş olurdu ama yok. Olmasına da gerek yok. Başlangıç şartları değişmediği, oynadığımız oyunun kuralları değişmediği sürece de olmayacak. Hatta değiştiğinde de olmayacak zira bu sefer de yeni kuralların belirleyiciliği altında kıvranacağiz. Evrenin olasılıkçı olması ihtimali hala canımı sıkıyor.

***

İri memeli kanatlı cadıları bazen kılıçla bazen ateş duvarı büyüsüyle öldürüyorum. Alt katlarda tam bir pislik gibi davranmak zorundayım çünkü bu bir savaş. İyiyle kötünün savaşı değil. Benim salt yapacak daha iyi bir işim olmadığı için, salt siyasi bir hayal kırıklığı yaşadığım ve sizi öldürmek bana iyi geldiği için sizi doğruyorum sevgili cadılar. Yoksa farklı koşullar altında emin olun çok iyi anlaşabilirdik, büyülerimizi birleştirip çok sevimli şeyler yapabilirdik.

Yorum bırakın

Get updates

From art exploration to the latest archeological findings, all here in our weekly newsletter.

Abone Ol