Sıcak, çok sıcak… Elimde yufka paketi ve ramazan şerbetiyle arkasında beklediğim tüysüz, bronz tenli, altmış yaş üstü, şort ve kolsuz bol tişört giymiş emekli memur olduğunu sandığım atletik yapılı adam kasiyer kıza elindeki yoğurdu uzatıyor. Adamın, boş vakitlerinin tümünü deniz kıyısında geçiren, devletin ve belediyelerin sunduğu ücretsiz mezar hakkına kadar tümünü sömüren, Ankara veya İstanbul’da ikamet eden üç aylık yazlıkçılardan olduğu her halinden belli olsa da, ses tonu ve şivesi ile birlikte Orta Anadolu yarım aydını olduğu parmak arası terliğinin atkısına sıkışmış beyaz çorabından okunuyor.
“Otuz kes yahu, otuz kes… Yirmi dokuz doksan veren otuz da verir.” diyor kasiyere paslı sesiyle.
Sıcak, çok sıcak… Henüz güneş görmemiş beyazlıktaki kasiyer kız, boyası gelmiş sarı dalgalı saçlarını lalettayin bir şekilde biraz Serpil Çakmaklı biraz da nefes almak isteyen her kadın gibi tepesinde toplamış, sağdan soldan yanağına, alnına salça olup kaşındıran perçemini, kakülünü bileğiyle bertaraf etmeye çalışırken, bir türlü barışamadığı bedenine, sabahın erken saaatlerinde gelip geç saatlerinde çıktığı işi yüzünden güneş şehrinde güneş görmemesine duyduğu öfkeyi her an cinsel uyarı altında veya aşırı öfkeliymiş gibi sert ve ritmik soluk alış verişiyle kontrol altında tutmaya çalışıyor.
“Poşet ister misiniz?”
“On kuruştan mı kaçacağım, millet ses çıkarmadıkça milleti böyle böyle dolandırıyorsunuz, yirmi dokuz doksan ne yahu!”
Sıcak, çok sıcak… Krem renkli şortumun lastiği hiçbir işe yaramadığı için şortumun üstümden düşmemesini belindeki ipi sıkıca düğümlemekle engellediğimi sansam da, iç çamaşırı giymediğim için olası en küçük bir aksilikte rezil olacağım. Belki herkes görecek, belki kimse görmeyecek, belki ben hiçbir yere bakmıyorken herkesin baktığı yerde olacağım, kim bilir! Şortumun düşmesini biraz leğen kemiğim, biraz kıçımın çıkıntısı önlüyor. Sakalımın altından damlalığını tamamlayan bir damla iman tahtamın üzerinden tişörtüme yakalanmadan akıp mide boşluğuma ulaşırken sessizce sıramı bekliyor, kafamın içindeki en ıssız yere sığınıyorum.
“Haksız mıyım birader?” diyor aynı paslı ses.
Adamın parlak porselen kaplattığı iri beyaz dişleri dikkatimi dağıtıyor. Güveç rengi yüzü merakla benden yanıt bekliyor. Haklı mı haksız mı?
Sıcak, çok sıcak… Bir ter damlası kulağımın arkasından kopup boynumdaki baykuş dövmesinin üzerinden kayıyor, yer çekimi bir yandan aşağı çekerken diğer yandan etime sürtünerek yavaşlayan, yavaşlarken azalan damlanın biraz sonra tişörtümün yakasında küçük bir ıslaklıkla birlikte yolcuğu sona erecek. Düşünüyorum, haksız mı?
“Tam olarak hangi konuda haklı olduğunuzun onayını almak istediğinizi anladığımı sanmıyorum. Hayatınızın her anında yaşadığınız binlerce haksızlığın toplamını yıllardır gördüğünüz sıradan bir fiyat etiketi veya poşet fiyatı üzerinden isyana dönüştürüp bunu sergileyebileceğiniz en güvenli alanda, yani kendinizce iktidarın siz olduğunuzu sandığınız yerde bu konuya dair hiçbir şekilde muhatabınız olmayan birine kusuyor olmanıza mı hak vermem gerekiyor yoksa bu toplumdaki en geri zekalının bile gündelik muhabbetlerinde en az bir kez bahsederek kendisinin ne kadar uyanık biri olduğunu hissettiği o aptal klişeyi bir kez de siz kullandığınız için mi haklısınız? Tuhaf bulduğum bu ibrikçi hiyerarşisine duyduğunuz hayranlık; kendinizden aşağı olduğunu sandığınız birine horozlanma fırsatını hiçbir zaman kaçırmayışınız. Sahi, siz yıllarınızın neredeyse tümünü kompleksli yöneticilerinize kafa sallayarak, sallarken maaş gününü hesaplayarak böyle yaşadınız. Bu kasiyer istisnasız her öfkeli müşterinin on kuruş edebiyatı ile malumu bir kez daha ilan ettiği anlamsız olduğu kadar da sonuca ulaşmayacak sitemi ilk kez duymuş olabilir mi sizce? Bana sorarsanız yıllardır sıkıştırılmış egosunun haklılık kılıfıyla okşanmasına ihtiyaç duyan ahmağın tekisiniz ama size bu konu özelinde sorunuzu havada bırakmamak adına bir yanıt vereyim, ben kimsenin haklılığını ya da haksızlığını onaylayacak bir mercii değilim. Biraz sonra eve gidip börek yapmak için, gördüğü her genç kıza kıt zekasını ispat ederek onu etkileyeceğini sanan bir önündeki aptalın alışverişini bitirmesini bekleyen sıradan bir müşteriyim.”
Sıcak, çok çok sıcak… Alnımdaki ter damlası kaşlarımdan kurtulup gözümü yakmaya başıyor, kasanın yanında sahipsiz olduğunu sandığım karpuzun üzerine aceleyle bir sinek konuyor. Dudaklarım güçlükle kıpırdanıyor
“Haklısın abi”
Yorum bırakın