Eve sürekli gelip giden misafirleri hakkında söylendiğimde babam, insan insana lazım oğlum, diyor bana. İnsan insana lazım. Bu üç sözcüklük cümle belki de yıllardır kafamı kurcalıyor.
Durakta otobüsün yolunu beklerken sık sık tekrarladığı yabani biri olmamam, insanlarla diyalog kurmaktan çekinmemem üzerine verdiği nasihatlar on yıllarca geride kaldı. Hala insanlarla konuşamıyorum. Belki de artık bunun zamanı gelmiştir. İnsanlarla diyalog kurmaktan çekinmemeli kendime yeni dostlar bulmalıyım. Bankın öteki ucunda oturan amca duraktaki herkesin konuşmasına salça oluyor, gelene geçene yol tarif ediyor. Az sonra KL08 durakta. Hınca hınç dolu. Hamle yapmaktan vazgeçtiğim beden dilimden okunuyor olmalı, ki “KL08 yaz başladığından bu yana dolu geçiyor” diyor bilge bir ton takınarak, “boş gelmesini bekliyorsan bekleme, buna bin” diye ekliyor. LC07A beklediğimi söylüyorum, eskiden LC07’nin de bu caddeden geçtiğini ama artık iki otobüsün güzergahlarını ayırdıklarını anlatıyor ayaklı ulaşım dairesi halkla ilişkiler gönüllüsü ve boş vakitlerini navigasyon cihazı olarak geçiren yaşlı adam. Vay lan, diyorum, sosyalleşmek ne kadar zor! Çocuklar genellikle hiçbir şey bilmeyen, bilmediği şeylerinse farkında olmayan, birçok duyguya benim gibi yabancı, kendilerine öğretilen her şeyi ise yanlış anlmaya meyilli,küçük canlılar oldukları için sosyalleşmeye onlarla başlamanın antreman açısından iyi olabileceğini düşünüyorum. Yetişkinlik demek benim için çocuklukta her şeyi yanlış öğrenmelerin doğal sonucundan başka bir şey değilmiş gibi geliyor.
* * *
Kırmızı tekerlekli plastik kamyonetini otobüsün camında sürerken çok da eğleniyor gibi görünmüyor, babası kalabalıktan mutsuz olsa da çocuk kayıtsız. Uygun bir sohbet açarak şu küçük canlıyla arkadaş olmalıyım diye düşünüyorum. Daha öncesinde çocuklarla iletişim kurulurken dikkat edilmesi gerekenlerle ilgili okuduğum makaleleri hatırlamaya çalışıyorum. Birçok farklı model, birçok farklı yaklaşım olsa da hiçbirini benimsemediğim, onlarla gerçek iletişimin ancak gerçekler üzerinden kurulacağı konusunda kendimi ikna ettiğimi hatırlıyorum. Oyuncağın ne güzel diyorum, babasının teşvikiyle zoraki de olsa teşekkür ediyor; doğru yoldayım. Aşırı sevimsiz bir tipe sahip olduğun için eline aldığın kendinden daha güzel olduğunu düşündüğün bu nesneyle dikkat çekebileceğini düşündüysen insan ilişkilerinde dengeyi kurabilmiş nadir insanlardan biri olduğun için seni tebrik ederim diyorum. Çocuk söylediklerimden tek kelime anlamamış gibi babasına bakıyor, demek ki elindeki oyuncağı bunu hesap ederek almamış; tanrım, benim için ne kadar büyük bir hayal kırıklığı. Babası beyefendi çocukla ne biçim konuşuyorsunuz diye beni uyarıyor. Onunla insani bir iletişim kurmaya çalıştığımın farkına varmamış olması tamamen onun suçu olsa da çocuğunun sevimsizliği konusunda mutabık olduğumuza seviniyorum, yoksa çocuğu sahiplenir, çocukla değil, oğlumla veya çocuğumla diye konuşur ve sosyal protokolleri biraz da esneten bir kabalıkla karşılık verebilirdi. Sohbete şahit olan oturan yaşlı teyzeler bana kınayan gözlerle bakıyorlar, hayatlarının bir döneminde salt bir anlığına eşlerine güzel göründükleri için hayatı paylaşmak zorunda kalmamışlar, çirkin kocalarının yanında dikkati kocalarına çekecek, onları sosyetede biraz daha özel kılacak fosforlu birer oyuncak olmamışlarmış gibi. Şoförün keskin bir tonda arkaya ilerleyin klişesini emir addeden herkese karışarak arkaya doğru sürüklenirken minik çirkin dostuma el sallayarak onunla vedalaşıyorum. Babasının keskin bakışları hala üzerimde.
* * *
Kalabalıktan kurtulup otobüsten indiğim yerde derin bir nefes çekip çevreme bakıyorum, bu kalabalığın tümü bir şekilde birbirinin gereci. Adamlar kadınların, kadınlar adamların, çocuklar ebeveynlerinin, ebeveyler çocuklarının.
İnsan insana lazım…
Yorum bırakın