Kurşun bir kasada kilitliymişçesine çevremde olan biten her şeye karşı ağır bir kayıtsızlıkla bakıyor, pornografi çağında beni uyaracak, duygusal anlamda kışkırtacak bir şeyler arıyorum. Gazze’de çocuklar ölüyor temalı ağlaşmalar inandırıcı değil, kediler köpekler ölüyor temalı yangınlar, en çok ben seviyorum zırvası, yemek pornorafisi, açlık pornografisi, emekli pornografisi, yaklaşan seçimler umurumda değil, gerçek de değil… güncel sanatı anlamıyorum, sorular cevap, selamlar karşılık vermeye uygun gelmiyor. İntiharlar da, hareketli bir parkta hemcinsiyle yapılan seks kadar münferit ve dikkat çekmeye yönelik tercihler.
İçi hep boş bir çöp konteynırı olarak gözlerimi ekrana dayadım. Bir şey, bir şey… Beni iç uykumdan uyandıracak bir şey. Bu halim ziyafet sofrasında ne yiyeceğine karar veremeyip aç kalkan bir insanın halinden çok da farklı değil, zira çevremde olan biten her şey zaten sanki beni veya herkesi kışkırtmak üzerine eğreti bir biçimde bina edilmiş gibi duruyor. Buridan eşeğinin kararsızlığının kurbanı olmasıyla mevcut boşluğumun zihnimi uzayın derinliklerine savurması arasında bir benzerlik yok. Kararsız değil; bilinci açık, motor fonksiyonlarında sorun yaşamayan bir cesedim sadece.
Sen yoksun, olduğun zaman sana varlığını hissettirmiş olmam varlığını hissettiğimi sanmana neden olduysa sosyal protokol gereği özür dilerim ama biliyorum ki varlığını sana hissettirmiş olmam varlığını benim hissetmemden hep daha önemliydi senin için. Senin sana nüfuzun…
* * *
Çevresi şiş. Sallanıyor. Dipte bir şey onu gömüldüğü etten ayırmaya çalışıyor. Enfeksiyona yatkın bedenim bir kez daha bana zorluk çıkaracak. Gün içinde ateşleniyorum, Parol iş görür.
* * *
Çevredeki gerilim bir türlü giderilemedikçe başlayan kaygı bozuklukları absürt bir hal alıyor, yıllar önceki bir reklamda yıldırım düşse sen tutar mısın diye babasına soran çocuk gibi bakıyorsun yüzüme. Gerçek hoşuna gitmese de seni tanıdığımdan beri sana bir tek gerçeği vaat ettim.
Köklerimiz topraktan ayrılacak. Dışarıdaki etkileşim fırtınasına dayanacak kadar güçlü değilsin. Beğenilmek, ilgilenilmek, dünyayı dize getirmek istiyorsun. Cinsel gerilimin tren katarlarını sonsuza dek yürütecek enerji ürettiği bir koşulda mantığınla ayakta kalman mümkün değil. Benden kırılıp düşecek son dal olacaksın. Hiç kimseyi zayıf olduğu için suçlayabileceğimi sanmıyorum, tanrı gibi düşünmeyi öğrenmek çok fazla zamanımı alırken insanlığın geçtiği yollardan ben de geçtim.
Sana kibir gelen bu tarihi seviyorum.
* * *
Önlem olsun diye aylar önce yazdırdığım binlik antibiyotiğe başlıyorum, bir hafta alkol alamayacağıma göre zihnimi yatıştırmanın başka yollarını bulmam gerekecek. Nihai sondan kaçamayacağımı biliyorum.
* * *
Gerçek tahammül edilmesi, katlanılması zor bir şey. İnsanın hayal gücünün yüksekliği bence gerçeklerle baş etme becerisinin düşük olduğuna işaret eder. Yoksa çepeçevre sarmalandığımız gerçek dünya yerine neden aklımızın içine hapsolmak isteyelim ki!
Bizi hiçbir ağrı kesici, hiçbir antibiyotik kurtarmayacak, gerçeğin zehri damarlarımızda asit gibi yol alacaktı. Öyle de oldu. Sapasağlam bir dişin anestezisiz çekilmesinden farkı olmadı gidişinin. Üstelik bu acılı sona tıpkı diş hekiminin ayağına acı çekeceğini bile bile giden hasta gibi kendi ayağımla geldim.
* * *
“Sadece kuvveti hissedeceksin”
Sadece kuvveti hissetmiyorum, acıyı, kanı, dişin etten ayrılışını, çene kemiğimin kazınışını hissediyorum. Tamponu attığımda, uyuşukluk geçtiğinde ise yokluğunu…
Yorum bırakın