İnsanlara iyi bir ikili olabileceğimiz yalanını defalarca satmama karşın aslında onlara istediklerinden başka bir şey vermediğimi de biliyordum. Şiirler, öyküler, denemeler… Sözcük dizmekle boncuk dizmek arasında fark yok. İnsanların yalana ihtiyaçları var. Güzel yalanlar yaralı ruhlarına yapıştırılan gazlı bez ve flasterden başka bir şey değil. O da kedi götü gibi görünen yaraları başkaları tarafından da görülsün, daha çok yalanı daha çok kanaldan duyabilsinler diye, başka bir nedeni yok. Gittiklerinde arkalarında enkaz görme arzusuyla dolup taşan bu zavallı türün kendilerinden daha zayıf sandığına karşı duydukları boş ilginin tanrı olmaya duydukları açlık olması, istediğim her şeyi yapabilmek için bana boş alanlar yaratıyor.
Oysa sözcüklerle süslü kuleler en kolay yıkılanlardır.
* * *
Ayaklarımı düşünüyorum, birbirini takip eden, sırasını şaşırmayan, bir engel karşısındaki tavrını bilen ayaklarımı. Ayaklarımın sağında ve solunda birer pençe, topuklarımda ise birer mahmuz, ayak parmaklarımın arasında da perde olmadığı için hayıflanıyorum. Halbuki ayaklarımız hem kartal pençesi hem de ördek ayağı gibi evrimleşebilirdi. Sigara ve kahvemi içerken taş zemine yalınayak basıp cam kenarındaki avokado çekirdeklerinin nasıl büyüdüklerini izliyor, ara ara hayret etsem de bunu dışarıya belli etmiyorum. Yerden aldığım soğuk, ayaklarımdan dizlerime doğru tırmanıyor, belki de çorap giymeliyim ama şimdi değil. Şu anda varoşlardaki özellikle tas tıraşlı erkek gençlerin şehre inip kuduz köpek sürüleri gibi birbirlerinden kopmadan boğuşarak, korkularını bastırıp etraflarına laf atarak, dokunarak, gözlerini dikerek, taşkın hareketler yaparak veya yapmayarak şehirlilerin arasına karışma çabalarının herhangi bir emülgatör olmadan neden sonuçsuz kalacağını kendime dağınık cümlelerle izah ediyorum. Yirmi dakika sonra kefir mayası hakkında düşünürken buluyorum kendimi. Sosyal çözümsüzlüklerden ve mikroorganizmalardan sıkılmış olmalıyım ki çorap çekmecesini açarken yeniden ayaklarıma odaklanıyorum. Tek çoraplardan biri geliyor elime. İşte tam da o an ayaklarımı hep bir bütün olarak algılamış olmamdaki büyük yanılgıdan küçük küçük sıyrılıyorum. Zira sadece bir ayağıma giyeceğim çorap sadece bir ayağımı ısıtacak, hep bir bütün olarak gördüğüm halde tek bir çorap diğer ayağıma hiçbir fayda sağlamayacak. Elli yıldır kalçamdan sallanan bacaklarım, onların ucundaki ayaklarım ve hatta tüm çiftlerin ayrılmaz bütünlüğünün ve mutualizminin sadece gözlemci yanılgısı olduğunu fark ediyorum. Ayaklardan birinin soğuk diğerinin sıcak olması iki ayağın da umurunda değil, bir bacağın kısa veya sakat olması durumunda bacaklardan sağlam olanı sakat olana uyarak belli bir uyum yakalayarak sakatlığın üstünü örtmek yerine sanki ikisi de sağlammışçasına hareket ettikçe son derece bencil bir şekilde diğer ayağın sakatlığını daha da ifşa ederken, sakat ayak da diğer bacağın hareketindeki kusursuzluğu bozup üstte taşınan bedenin olması gerekenden çok daha dikkat çekici bir salınımla yol almasını sağlıyor. Bacaklardan biri olmadığı takdirde sağlam bacak bu kez koltuk değnekleriyle senkronize olarak bedene bağlı hayatı gittiği yere kadar götürüyor, bacaklardan birinin yoksunluğunu ise yalnızca beden hissediyor, diğer ayak değil.
Bunlar üzerine düşünürken insanların aslında kusursuz çift yanılgısı içinde hayatlarını heba ettiklerini anlıyorum. Çiftlere kusursuzluk atfı, esasen değişim ve dönüşüm korkusundan kaynaklı üçüncü kişilerin saçma yargılarından başka bir şey değil. İyi halay çeken bir kalabalık, buz üstünde estetik bir eşzamanlılıkla yapılan figürler üreten çift, amaca dönük doğru eylem planları tasarlayıp hayata geçiren bir örgüt her zaman dışarıdaki gözün onayıyla kandırılır. Gözün kendini kandırarak statükoyu korumaya ihtiyacı var ama avokadonun yok.
* * *
Bir kavanozun ağzına kürdanlarla sabitledikten sonra çoğu zaman ilgisiz kaldığım avokado çekirdeği aylar geçip köklerini suya saldıktan sonra baharla birlikte filizlenip yapraklarını da çıkardı. Avokado yaşamın yolunu buluyor.
Ben bulamıyorum…
Yorum bırakın