Zihnimin sınırsız derinliklerinde her şeyin yutulduğu, hiçbir şeyin geri dönmemek üzere kaybolduğu o kara noktacığın yörüngesinde unutulmak üzere sırasını bekleyen yüzünün haritasına bir kez daha bakma ihityacı hissettiğimde gözlerim, dilim, damarlarım, derim altın rengi bir çöl, derinlere kazılı bir tuz madeni kadar kuruydu. Görmek istediğim bu çölde, derinlerdeki tuz madeninde rastgele karşılaşmışız gibi yapacağım bir güzellik miydi yoksa sıradan bir cinsel istencin dürtmesi miydi, bunu hiçbir zaman bilemeyeceğimden eminim.
Bilmediğim ve bildiğim, emin olduğum ve olmadığım birçok şey olduğundan eminim. Bunlardan biri veya hepsi seninle ilgili. Kodlarıma işli bu lanetli sevginin sadece sen uzaktayken çalışacağını biliyorum mesela. Bu yüzden ne gitme dedim, ne kal. Farkında olduğum bir diğer şey senin de aynı tuhaflığın pençesiyle çoktan uzlaştığındı.
Olabilmemin tek şartı olmamam, olabilmenin tek şartı olmaman…
Nükseden travmalar, nükseden kramplar, nükseden sessizlikler, sabahlar, öğlenler, akşamlar. Ne zaman tanrıya inanmasam sana inanırken buluyorum kendimi, yokluğuna şükrederken. Ne zaman sana inanamayı bıraksam tanrıya dönüp varlığına şükrederken bulduğum zamanlar olmuyor mu? Oluyor tabii. Sadece şükrederken.
Yaşamanın bir yolunu arıyor gibi parmağımın ucunu alnından burnunun ucuna, oradan elmacık kemiklerine doğru götürüp ağzının sivrisine küçük bir işaret koydum, belki bir gün buraya da gelirim diye geçirdim içimden ve kapattım haritayı. Her şey belki bir saniye belki bir saniyeden çok daha kısa sürede oldu ve bitti.
Çok geçmeden diğer herkesten biri olmuş kalabalığın içinde ardımda kalan, kaldırımda kaotik desenler çizerek yürüyen muzip, alıngan, dindar, kafir, girişken, sevimli, seksi, yaralı, kırılgan, orospu, müptezel, yalancı, inatçı, huysuz, bencil, kadirşinas insanlara benzemiştim bile, birkaç adım içinde herkes kadar herkes olmuş, sokağı dönmüştüm.
Çingenelerin çocukları karşılıklı sönük bir topa gelişine vuruyor, top, topa vuranın ve topu tutacak olanın ortak hayalindeki kaleye girerse biri seviniyor, tutacak olan üzülüyor, tersi olduğundaysa ortak hayali kaleyi koruyan seviniyor. Bazen -ki en çok şaşırdığım da odur- anlaşmazlık yaşıyorlar. Hayali kalenin üst direğinin üstünden, yan direğinin yanından geçtiğiyle ilgili. Bir gün görünmez kaleyi koruyan oğlan çok az farkla demişti topa vuran arkadaşına, çok-az-fark-la! Diğeri de tüh be dedi, o da görmüştü çok az farkla çıktığını. Ortak kaç hayal kurduğumuzu, hayallerimizde kurguladığımız dünyada ne kadar mutabakata varabildiğimizi düşündürdü bu cümle. Acaba çok az farkla kaçırdığımız bir şey olmuş muydu? Tabii ki hayır, tabii ki hiçbir zaman. Zira ikimiz de biliyorduk ki olabilmemin tek şartı olmamam, olabilmenin tek şartı olmaman.
Biraz sonra ihtiyar adam ve oğluna selam vereceğim, ihtiyar başıyla selamımı alıp hafifçe gülümseyerek mutlu olduğunu gösterecek, oğlu biraz daha hoyrat bir şekilde sağ elini göğsüne götürüp mavi gözleriyle eyvallah diyecek. Bir saniyelik bu seremoni sonunda dikkatim dağılacak ve tamamen kaybolacaksın, bunu istemediğim için bir alt sokağa sapıp yolumu uzatacak, arada sırada açtığım paralel evrenimde hiç değilse birkaç dakika daha seninle kalacağım.
Yorum bırakın