Son hecedeki “ı” harfini aramızdaki belirsiz samimiyeti ılıştırmak için uzatıp nasılısınız diye sorarak odama giren Polina, benim aksime ellili yaşlarında hala çekici olmayı başarıyor. Belki nezaketen belki konuşmayı başlatmış olmak için dinlediğim müziklerden hoşlandığını, kendisinin de çalışırken bunları dinlediğini söylüyor. Ben rastgele açtım, rastgele dinliyorum. Hayatımda herhangi bir şeyin içinde geçtiği andan daha uzun vadeli bir anlamı yok. Bunu bir sakatlıkmış gibi gizliyor, kimseye söyleyemiyorum, ona da. Yoksa buradan çıktığı anda varlığının benim için bir anlamı kalmayacağını bilmek eminim yaralayıcı olacaktır. Empati en başarılı olduğum konulardan biri olmasa bile varlığımın hemen herkes için beceriksiz bir katilin elinde hep yanlış kalplere saplanmış bir bıçak gibi acı verdiğinin farkındayım. Konuşurken sürekli gözlerimin içine bakıyor. Göz göze bakışmanın bana göre olmadığını insanlara pat diye söylemem mümkün değil, ara ara kaçırsam da protokoller gereği gözlerine bakarak dinliyorum. Yeşil iri gözlerinde minik çakıl taşları… Polina, çok güzelsin ve bu beni neden etkilemiyor?
Kendisi için önemli şeyleri gerçekten önemsediğini vurgulayarak anlatıyor. Çatlak sesinde hep bir farklılık, özgün bir taraf var. Onun sesiyle Ormancı Türküsü, Kadifeden Kesesi söylenmez, acıklı bir devrimci arabesk söylenmez. Francesco’nun cenazesine benden başka hiç kimse gelmedi Chao, diyor. Francesco’nun öldüğünü öldükten birkaç gün sonra gazetede görmüş, birkaç dakika sürmeyen bir yas tutmuş, Francesco’yu tanıdığını bildiğim kişilere Francesco’nun öldüğünden haberi olup olmadığını sormuş, verilen yanıttaki duyguya göre kendimi şekillendirmiştim. Oysa Polina cenaze için kalkıp Lüksemburg’a kadar gitmişti. Ölümü önemsemediğim için olsagerek, Francesco’nun ölümünü de önemsememiştim. Polina o kadar etkilenmişti ki, yeteri kadar etkilenmediğim için kendimi suçlu hissediyor, büyük bir ikiyüzlülükle onun duygularını paylaşıyor gibi yapıyorum. Bu çatal sesle ne söylese rakı içilir?
* * *
Duygusal yoğunluğa sahip olduğum, şaşırdığım, kızdığım, merhamet hissettiğim, acıktığım, susadığım anlar fazlaysa kendimi zayıf bulduğum bir günün içindeyimdir. Böyle günlerde bilincimin bir robota aktarılmamış olması kadar canımı sıkan bir şey yok. Geçmiş veya gelecekten bir anımsamanın yıl dönümü.
Hiç doğmamış Sebahat’ın bir biçimde gözümden düşerek öldüğü gün bugün. İçimdeki yoksunluk açlığa ve susuzluğa dönüşüyor. Dayanılmaz bir oruç, dayanılmaz bir nefs terbiyesi. Yokun yoka dönüşümünde açığa çıkan karanlık enerjiyi içimde hissediyorum.
Fino köpeğinin tüylerini üç bin beş yüz liraya tıraş ettirdikten sonra pahalı olduğu belli polar bir elbise giydirip hayvanın ihtiyacını gidermek için gezdirmekten dönerken eline sanki başkası tarafından zorla tutuşturulmuş gibi duran ağzına kadar çorba doldurulmuş plastik kapaklı kırmızı beyaz kağıt taslarla önümden geçerken duraksadı, kontol etmekte zorlandığı bir uçurtmanın ipi gibi tuttuğu tasmayı ara sıra ileri geri çekiştirerek köpeği sabitlemeye çalışırken pastanede hayrına çorba dağıttıklarını, isteyenin alabileceğini söyledi. Yanıtsız bıraktığımdan olacak çorbayı pazarlamaya girişti. Terbiyesi şöyle güzel olmuş, böyle kesilmemiş, tavuklar çok güzel didilmiş, hiç kemik kalmamış. Tavuk çorbası methiyesini duyan hali vakti yerinde mahalle esnafı ağzı sulanarak, göbeğini sıvazlayarak akşama şapır şupur afiyetle içecekleri çorbanın hayali ile dükkanlarının kapılarına çıkıp bu yersiz övgüye kulak kabarttılar.
Şehrin seçkin eski ve bitmiş ailelerinin oturduğu apartmanların hemen altındaki Gül Pastanesi’nin esas işi doktorluk olan sahibesi birkaç yıl evvelinde kendisinden yaşça hayli büyük olan kocası Salih Bey’i kaybettikten sonra kendini adadığı pasta börek becerilerini paraya çevirmenin kendisini oyalayacağına olan inancıyla miras olan dükkanı susamlı, çöreotlu börekler, simitler, pudra şekeri, vişne reçeli ve erimiş çikolata kaplı kurabiyelerle doldurmuştu. Ramazan-ı Şerif’in teşrifiyle birlikte hayır işleme fırsatını kaçırmak istemeyen Gül Hanım görünen o ki bu kutsal ay boyunca her gün iftara yakın saatlerde zenginlere birer tas çorba dağıtacak ve gece uykuya dalmadan önce bu hayrı ile kendisiyle iftihar edecekti.
Tamamı yoh yaa, bana ne deyip burun kıvıran esnaf birer birer dükkanlarından kopup Gül Pastanesi önünde bedava çorba kuyruğuna girip birbirlerini görmezden gelerek ikişer üçer dörder çorbayı bir yandan domuzdan kopardıkları kılmışçasına kâr belleyerek, öte yandan saklayarak suç işlemiş kedi gibi hızlı hızlı dükkanlarına seğirttiler. Bazıları az sonra çıkıp çorbalarını motorlarının koltuklarının altındaki bölmeye kapattı.
O gün ve sonrasında aç olanlar aç, tok olanlar biraz daha tok olarak nefslerinin terbiyesini tamamlayacaklar derken ne kadar sahip olursa olsun gücünü yeterli bulmayan bir adam olası bir tehdit olarak gördüğü şehrin belediye başkanını tutuklattı. Akşamları protestoya hazırlanan insanlar ve onları durdurmak için görevlendirilen polislerin arasından camda yoğunlaşmış bir damla gibi kayıp gitmeyi tercih ettim. İhtilal bensiz de başlayabilir.
* * *
La foule… Polina’nın coşkuyla söyleyeceği bir La foule eşliğinde rakı içilebilir Sebahat.
Yorum bırakın