Yer yer soyulmuş, soyulmayan kısımları kabarmış gülkurusu duvar kağıdının altında yeşillenen yaşam, odadaki küçük, kare ağaç masanın üzerinde oksijensizlikten güçlükle yanmayı sürdüren mum ışığıyla aydınlanıyorken elimdeki metal kupanın dibinde kalan çürümüş ağaç kökleriyle aromalandırılmış adı viski kendi viski dışında her şey olma potansiyeline sahip sıvıyı gırtlağımı eritme pahasına boğazıma diktikten sonra burnumdan derin bir nefes vererek öksürdüm. Odadaki hava elle tutulur derecede ağır, oturduğum yaylı somyanın üzerindeki yün yatak gibi, az önce ağzımı götürdüğüm kupanın yüzeyi, gülkurusu duvar kağıtları, zemine döşenmiş turuncu sarı arası yırtık muşamba, kökboyalı kirli kilim gibi nemli. Biraz önce yaktığım sarma sigara kül tablasında neme karşı verdiği savaşı kaybetmiş, tablanın çentiğinde ara sokakta tecavüze uğramış bir evsiz gibi çaresiz, kaderine rıza göstermiş, havanın ıslak ağırlığına karşı ceset taklidi yaparcasına uzanmış, cılızlaştıkça cılızlaşan mavi dumanını son nefesini verircesine odaya karıştırıyor.
Dolap kapağı, tabak çarpışmaları, çekmecenin açılması, daldırılan elin hafızasıyla bulunmaya çalışılan çatal kaşıkların en az hava kadar ağır sessizliği delerek odaya ulaşması, evde algler tarafından henüz istila edilmemiş benim dışımda bir yaşamın daha bulunduğunun ispatı. Polina, iki eliyle ürkekçe taşıdığı tabağın üstündeki ev yapımı pasta ve onun da üzerindeki yaşgünü mumunun aydınlattığı yarı saydam yüzüne kondurduğu içten ve hazin gülümsemeyle kapıda beliriyor. Karşılık olarak gülümsüyorum. Sosyal protokol: Gülümsüyorlarsa gülümse, üzgünlerse üzgün görün, kızgınlarsa kızgın. İyi eğitilmiş bir hayvanım. Yine de merakıma engel olamıyorum.
“Doğum günün mü?:
“Hayır. Felaketin başladığı günün yıldönümü.”
“O gün bu gün mü?”
“Yaralıydın, bana sığınmıştın, hava o gün çok ağırlaşmıştı. İçkini içtin, köpeğim Pavluşka’yla oynadın, benimle seviştin ve gittin.”
Doğru söylediğine kuşkum yok, hiçbir zaman olmadı. Aklımda tutmaya değer bir hayat yaşadığımı hiçbir zaman düşünmediğim için insanların geçmişime yönelik anlattıklarına aklımda tuttuklarımdan daha fazla güveniyorum.
Elindeki pastayı masaya bırakıp kirli beyaz tülün ardındaki artık üstünde taşıyamadığı yağlı boyadan kurtulmaya çalışan ağaç pencereyi işaret etti. Denizanasının saçaklarını andıran işaret parmağı titriyordu.
“Gittiğinde pencereye geldim, adımını sokağa attığında gök gürledi ve ilk damlalar düştü. Herkes bunun sıradan bir yağmur olduğunu sanıyordu ama ben biliyordum bunun bir felaket olduğunu, bugün tam on yıl oldu Chao. Tam on yıldır durmaksızın yağıyor.”
Polina gözünde biriken damlayı tüvit ceketinin manşetiyle aldıktan sonra “Pavluşka’yı hatırlıyor musun?” Diye sordu. Suratımı yalayan beyaz kaniş. İnsanların yalnız kalma korkularını başka bir canlıyı yalnızlığa mahkum ederek dizginlemeleri her zaman hoşuma gitmiştir. Bunu bazen kendilerine aşık insanların sevgilerini kullanarak yaparlar çoğu zaman da kedi köpek kuş veya balıkla. Ben kediyi tercih ederim, yalnızlığında ve yalnızlığa mahkumiyetinde kimseye yük olmaz. Köpek öyle değil, illa ki o yalnızlığı paylaşmak ister. Madem ikimiz de yapayalnızız, o zaman birbirimizle duygusal bağ kurmalıyız! Saçma bir ısrar. Kuşlar ve balıklarsa ilk ilgisizliğinizin karşılığında sizi derin bir vicdan azabına sürükler, belki de hapsolunan o derin yalnızlık hissinden çıkış yolunu ölerek gösterirler.
“Hayır hatırlamıyorum.”
“Yağmur başladıktan bir yıl sonra öldü zaten, ben bile hatırlamakta zorlanıyorum. Ona bahçede kazdığım mezar her seferinde suyla doldu, bir türlü yetişemiyor, mezarı boşaltamıyordum. Hayatımda daha fazla yorulduğum bir gün hatırlamıyorum, yorgunluğum üzüntümü bastırdı. İçimde Pavluşka’ya karşı büyük bir öfke birikti. Mecburen onu suya gömdüm. O gün ölümden nefret ettim Chao. Biliyor musun artık hepimiz boğulmuş da su artık kabul etmediği için karaya vurmuş cesetler gibi görünüyoruz.”
Mum eriyor, pastaya doğru ilerliyordu. Oda şimşekle aydınlandı, birazdan gök gürledi.
Polina ortadan kaybolduğum on yılla ilgili bir açıklama bekliyordu, ona göre ben o gün gitmiştim, bana göre bugün gelmiştim, onun için on yıldır yağmur yağıyordu, benim içinse her gün yağmur yağıyordu, ona göre bu yağmur yüzünden gezegenin yarısı ölmüştü, benim için her gün birileri ölüyordu, onun için bu yağmur hiç durmayacaktı, benim için yarın da yağmaya devam edecekti. En önemlisi de geçen zaman için beni suçluyor, o gün bana gitme dediği halde evden çıkarak yağmuru başlattığımı sanıyordu.
“Hadi” dedi, pastayı masadan alıp dudaklarıma yaklaştırdı; “bugün on ikisi, orağın keskin yüzü, felaketin başladığı günün yıl dönümü, üfle.”
Yorum bırakın