Koyu sarı sıvının içinde binlerce baloncuk patlayıp yok olmak üzere yüzeye doğru yarışıyorlar. Ellilik bir bardağın içinde doğuyor, yaklaşık on saniye süren yüzeye ulaşma yarışına katılıyor, kayboluyor ve yeniden başlıyorlar. Çevremde olup biten her şey gibi…
Eve gitmek istiyorum, dediğinde Kocatepe’nin arkasındaki kafelerden birinde ben bira içiyordum o amerikano. Ansızın başlayan selanın hoparlörlerden yükselen metalik fakat hüzünlü makamı ve Sebahat’ın isteği bana susmaktan başka bir çare bırakmıyor. Ben de tabakamdan aldığım bir miktar tütünü kundakladıktan sonra ucunu ateşe veriyorum. Ben Ankara’nın en güzel manzarasına, Sebahat’ın yüzüne bakıyorum, Sebahat ise aramızdaki küçücük masanın ardında kendini bulmaya çalışıyor.
***
Bizler yuvamıza da çoğunlukla ev deme hatasına düşüyoruz Polina. Ya öylesi kolayımıza geliyor ya da yuvamıza da insanlara davrandığımız gibi mesafeli olmaya çalışıyoruz. Böylece yuvamızın içinde başımıza gelen fenalıkların hatıralarından bu sahte mesafeyle korunuyoruz. İnsan bir eve karşı bir şey hissetmez, orası duvarlar, odalar, banyolar, mutfaklar, tuvaletler ve onları birbirine bağlayan kapılarla koridorlardan ibaret ruhsuz yapılardır. Oysa yuva içinde hayaletler uçuşan, duvalarında çerçeve ve çivi izleri, eski sandalyenin arkasında asılı eprik kahverengi hırka, eşyalara sinmiş hayat kokusuyla kaledir, korunaktır ve başlangıçtır. Sebahat yuvasına dönmek istiyordu çünkü benimle her seferinde kayboluyordu. Kayboluyor, korkuyor, kopuyor ve yuvasına dönüp en baştan tekrar tekrar başlamak istiyordu. Her yuva bir Kâbe’dir Polina, Kâben varsa kaybolmaktan korkmazsın, oraya döner, baştan başlarsın.
Dalgın çakır gözleri, oturduğu masanın yanındaki alçak tabureden sobanın yanındaki ıslak çam odunlarına bakan Polina, gökgürültüsüyle birlikte daldığı düşüncelerden ayılıp mum kokulu derin bir nefes alarak petrol yeşili hırkasının yenini düzeltip ellerini bacaklarının arasında birleştirdi.
“Senin Kâben neresi?”
Dalgın durduğu dakikalar boyunca bu soruyu sormak için cesaretini toplamaya çalışmıştı. Sorudan değil yanıttan korktuğunu biliyordum. Bilmiyorum, diyerek geçiştirebilirdim ama insanın yuvasının neresi olduğunu bilmemesi kulağa rahatlatıcı değil korkunç geliyordu. Kerterizsiz, pusulasız, yelkensiz bir şekilde tek bir kara parçasının görünmediği bir denizin ortasında tek başına olmak duygusu veriyordu insana. Bir yuvam olmalıydı. Bir yeniden başlangıç noktam. Ondan çok kendim için en doğru yanıtı arıyorken aramızda yetişkinlere özgü o karanlık ve kışkırtıcı sessizliklerden birinin doğduğunu, bu sessizlikten doğan homurtu ve kesik çığlıklarınsa akılda saklı tüm soruların yanıtını geçici olarak örteceğini biliyordum.
Zor yolu seçip yerimden kalkmaya çalıştım. Rutubet ve uzun süre oturmak belimin ağrımasına, bacaklarımın uyuşmasına neden olmuştu. Bacaklarımın üzerinde ezik bir inşaat varili gibi duran bedenimi zaptetmekte zorlanarak doğruldum. Kemerimin hizasındaki gözlerine gözlerimi dikerek ağır ve tehdikar adımlarla yaklaşırken kalp atışının hızlanmasını, yanaklarının kızarmasını, alt dudağını ısırıp gözlerine diktiğim gözlerini kaçırmasını izleyerek üzerine yürüdüm, hafifçe eğilip uzanarak masanın üzerindeki viski şişesini alıp yerime döndüm. Kanepede bıraktığım iz hala sıcak ve nemliydi. Bardağımı sırf adetten yarıya kadar doldurup şişeyi ayaklarımın dibine bıraktım.
“Ben kaybolmuyorum Polina, yuvam benim. Takılırsam kendimden yeniden başlıyorum.”
* * *
Sonlarına yaklaştığım, üç beş yudumda içeceğim birayı tek seferde bitirip, sertçe bir hareketle izmaritini taciz eden ateşi kül tablasına bastıktan sonra git, dedim. Sebahat’ın toplayacağı her şey kendisinde kendiliğinden toplanmış olacak ki masadan öylece kalktı, gitti.
Gözden kaybolmasını bekledim, geri dönemeyecek kadar uzaklaşmasını, beni bulamamasını. Derin bir nefes aldım, öksürdüm, ağlayacağımı hissedince dikkatimi dağıtacak bir şey yapmaya karar verdim, kendi içimde kaybolup yeniden başlamaya. Tabakamdan aldığım bir miktar tütünü kundakladıktan sonra ucunu ateşe verdim, garsonla göz teması kurdum ve boş bardağı işaret edip yenisini istedim.
Koyu sarı sıvının içinde binlerce baloncuk patlayıp yok olmak üzere yüzeye doğru yarışıyorlar. Ellilik bir bardağın içinde doğuyor, yaklaşık on saniye içinde kayboluyor ve yeniden başlıyorlar. Çevremde olup biten her şey gibi…
kleinlaute için bir cevap yazın Cevabı iptal et